• '' 20 '' Konu Açan yada mesaj yazmış olan Rütbe '' Özel üye '' olucaktır.. Vip üye de 200 konu yada Cevap vermiş olan Rütbe kazanacaktır saygılar

Suç ALeti Bir Çalgı

TEKİNOĞLU

Gold
Vip Üye
5 Yıl ve Daha Eski Üyemiz
Özel Üye
Katılım
10 Kas 2004
Mesajlar
2,642
Tepkime puanı
104
Puanları
63
Yaş
54
Konum
İstanbul
Enst.
Bağlama, Pa-80 ve Or-700 TR V1
SUÇ ALETİ BİR ÇALGI

Dr. Atınç Emnalar


Merhum Tahsin Banguoğlu, 1948 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak yurt çapında teftişe çıkar. Özellikle köy enstitülerini ve öğretmen okullarını gezmektedir. Enstitülerden birinde, öğrencilerden kurulu on-oniki kişilik mandolin takımı bakana beş-on dakikalık bir konser verir, kırık dökük şeyler çalarlar. Banguoğlu, konserden sonra okul müdürüne dönüp şöyle der:
''Bunlar bizim temiz köy çocukları. Ta küçük yaştan ya kaval yahut da bağlama çalmayı öğrenirler. Onlardan bir saz takımı kursanız daha başarılı olur. Mandolin takımı kurmak nereden aklınıza geldi:''

Okul müdürünün verdiği cevap ilgi çekicidir:
''Efendim, bu okullarda Türk sazları çalmak ve öğretmek yasaktır. Hatta öğrenciler köyden getirdikleri sazları gece yatakhanede çalarken nöbetçi öğretmen tarafından suçüstü yakalanırsa, hem dayak yer, hem disiplin kuruluna verilir, hem de suç aleti elinden alınır. Bu hususta bakanlığın kesin talimatı var.''


Uzun saplı çirkin çalgılar

Banguoğlu, okul müdürünün bu sözleri üzerine bakan olarak o tamimi hemen o anda kaldırır, Ankara'ya dönüşünde de kendisinden önceki Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e bu yasağın sebebini sorar. Aldığı cevap düşündürücüdür:

''Cumhurbaşkanı İnönü yurt gezilerinden birinde bir öğretmen okuluna uğramış. Orada öğrencilerin ellerinde bağlamaları görmüş. Gezi dönüşünde beni çağırdı ve şöyle dedi: Öğretmen okulu öğrencilerinin elinde uzun saplı çirkin çalgılar gördüm. Onlara mandolin çalmayı öğretmelisiniz.''

Banguoğlu, konservatuardaki hocalığı sırasında yaşadığı bazı gariplikleri de şöyle anlatıyor:

''Musiki Muallim Mektebi yerine konservatuar kuruluyor. Almanya'dan birçok hoca getirtmişler .Bir tanesi de fonetik dersleri verecek. Doktor Kuchenbuch, rahip. Türkçe bilmiyor. Türk çocuklarına Türkçe'nin fonetiğini öğretecek !!!... Konservatuardaki Alman hocalar bir gruptu. Benimle dosttular. Bende dillerinden, hallerinden anlayan birini buluyorlardı. Dilini bilmedikleri bir memleketin gençliğine, ona kökten yabancı olan kendi kültürlerinin sanat kollarını öğretmek üzere getirilmişlerdi. Çocuklara yerli musikiyi hiç dinletmemek lazım geldiğini düşünüyorlardı. O zaman işleri kolaylaşacaktı.!!!... Bunu nasıl düşünebildiklerini sordum. Özür diler gibi konuştular. Prof. Hay dedi ki:

''Peki ama, siz öyle düşünmüşsünüz ki, bizi getirmişsiniz. Ne yapalım?''
''Türkçe' deki, ''ı'' sesi tegannide güçlük çıkarıyormuş. Onun yerine
''i'' kullanamaz mıymışız? ''Mesela, ''Kiz kanatlarim kirildi'' diye mi okuyacak?
''Evet!''
''O Türkçe olmaz, dedim. Hem de ayıp kelimeler icad etmiş olursunuz. ''ı'' sesi aslı bir sestir.''

Dünyanın en eski ve mükemmel kültür değerlerine sahip olan milletimiz, müzik sahasında kendi benliğimize uygun gelen temelleri atmış, onun ustalarını yetiştirmiştir. Tek ve önemli eksiğimiz bu mükemmel müziğin eğitiminin sistemli, bilinçli bir şekilde eğitim alanımıza sokulmamasıdır. Zamanın eğitim sistemi ne yazık ki Türk müziği sahasında en küçük bir eğitimi gençliğimize çok görmüş, hatta lüzumsuz saymıştır.

1926'da Türk müziğinin milli eğitimde yasaklanması, illa batılılara benzeyeceğiz diye tüm eğitimde batı müziğinin öğretilmeye çalışılması, bağlamanın bir suç aleti olarak görülüp okullarda yasaklanması, her şeyden önemlisi Türk müziğini öğretecek öğretmenlerin olmaması ve müzik derslerinin ilk ve orta öğretimde yok denecek kadar az ve lüzumsuz, lüks bir ders olarak görülmesi toplumumuzun bugünkü yozlaşmış, neyi beğeneceği belli olmayan bir müzik zevki düzeyine gelmesini sağlamıştır.

Bazı aydın kesimlerimizin ve özellikle batı müziği ile uğraşan sanatçılarımızın, Türk müziğini, basit, avam bulduklarını, Türk müziği ile uğraşmanın utanılacak bir durum olduğunu beyan etmelerini geçen zaman içinde utanarak ve üzülerek gördük.
Türkiye' de bir devlet salonunda yapılan ''Itri'' konserine, Türkiye'nin Devlet Sanatçısı ünvanı verdiği batı müzikçi Türk sanatçılarının bazıları karşı çıkmışlardır. ''Eğer bir konser salonunda ''Itri'' konseri yapılırsa, biz devletten aldığımız para ve ünvanı devlet' e geri veririz'' diyecek seviyeye düşmüşlerdir. Ne yazık ki hiç biri bu cesareti gösterememiştir ve halen bu devletin parasını yemekte, ünvanını taşımaktadırlar.

Devlet, Cumhuriyet'in kuruluşundan elli üç yıl sonra Türk Müziği eğitimi veren ve eğitimci yetiştiren bir kurumu açabilmiş ve aradan geçen yetmiş beş yıl içinde bu sayı üçe çıkabilmiştir.

Batılıların, müziğe verdikleri önem konunun ön bölümündeki makalelerdedir. Bizde ise müzik dersi hemen hemen yok denecek düzeydedir ve bu dersi çoğu okulda müzik öğretmeni olmayan kişiler güya vermektedirler!'

Durum böyle olunca da, toplum bu konuda başıboş kalmakta, sokakta ve özel radyo, TV ve kasetlerde duyduğu müzikten medet ummakta netice olarak kültürümüzün en önemli kolu olan müzik yönünden yozlaşmaktadır. Zaten yabancıların istediği de bu değil midir?

Pekala, bu durumda ne yapmalıyız?

Başta halk müziğimiz olmak üzere, Sanat müziğimizde mutlaka doğru dürüst yapılacak olan, müzik eğitimimiz içene alınmalıdır. Türk müziği sazları eğitimde kullanılmalı, müzik dersleri ilkokuldan, üniversitenin sonuna kadar, T.M. eğitimi almış öğretmenler tarafından ve haftada en az dört saat olarak okutulmalıdır.

Türk müziği eğitimini verecek öğretmenlerin çoğalması için devlet Türk Müziği Konservatuarlarının sayıları arttırılmalı, müzik eğitim fakültelerinde okuyan öğrencilere, Türk müziği göstermelik değil gerçek anlamda öğretilmelidir.

Devlet, Türk toplumunun müzik kültürünü perişan eden özel radyo ve TV kanallarına müzik yayınları için bir takım esaslar getirmelidir. Örneğin; her özel radyo ve TV kanalı günlük müzik programı süresinin en az % 25'inde geleneksel Türk müziklerini icra etme zorunluluğunda olmalıdır. Türk ahlak, adet, örf ve geleneklerine, aile yapısına uygun olmayan güfteleri taşıyan müziklerin, hiç bir müzikalitesi olmayan ezgilerin yayınlanması yasaklanmalıdır.

Aksi taktirde durum her geçen gün daha da kötüleşecektir.
Hani bir atasözü vardır; ''Kızı kendi haline bırakırsan, ya davulcuya ya da zurnacıya varır'' diye. İşte Türk toplumu da yanlış politikalar sonucu müzik konusunda bu duruma düşmüştür. Ulu Önder Atatürk 1930'lu yıllarda daha o zaman durumu fark etmiş, bunun tedbirlerini almak için yerli ve yabancı uzmanlara bu konuda araştırma yapmaları için direktifler vermiştir. Ancak rahatsızlığı ve vefatı, bu konunun askıda kalmasına sebep
olmuştur.

Eğer gelecekte kültürüne sahip çıkan, Türk toplumunun değerlerini bilen ve uygulayan bir nesil istiyorsak, müzik eğitimine, özellikle de geleneksel müziklerimizi doğru dürüst öğreten bir müzik eğitimine çok önem vermeliyiz.
 
evet gerçekten çok güzel bir yazı okudum biraz önce... ben de öğretmen okullarından mezunum ama inanın bana batı müziği için o kadar çok paralar dökülmüş ki inanamazsınız...
okulumuzun eski depolarında 4 adet Stradivarius keman ve onlarca mandolin bulmuştuk...
derse gittiğim okullardan biri de öğretmen okulu aynı şekilde buradada bir Stradivarius keman var kapalı kilitli odaların birinde duruyor... bu en temel örneği idi.

bakın size bir anektop Stradivarius kemanların özellikleri ;
Stradivarius, telli çalgılarda ve özellikle kemanda, Antonio Stradivari ve ailesinin bir markasıdır.

Stradivarius keman, ses, işçilik gibi nitelikleri nedeniyle çok özel, benzeri olmayan üstün ve mükemmel bir üründür.

Antonio Stradivari, 1644 - İtalya doğumlu bir müzik aletleri yapımcısı olup, 18. yüzyılın Avrupa'da kendi konusunda en ünlü üreticisiydi. Yaşamı boyunca 512'si keman, diğerleri viyola, viyolonsel, arp, çello gibi toplam 1100 enstrüman üreten ustanın ölümünden sonra mesleği çocukları tarafından sürdürülmüşse de, Antonio'nun günümüze kadar korunabilen özgün enstrümanlarının yerini tutamamış, onlar kadar değer kazanamamışlardır. Halen tüm dünyada tahmini 700 tane Stradivarius enstrüman olduğu bilinmekte, bunlardan biri, İzmir Buca'da bulunmaktadır. Türkiye'de ünlü keman ustası Ayla Erduran,Ve Muhammed Yıldırır Stradivarius keman çalmış ender keman sanatçılarındandır.


Berlin Musikinstrumentenmuseum'da sergilenen 1703 yapımı bir ürün.Günümüzde, Stradivarius kemanların maddi değeri de manevi değerleri kadar yüksektir. Ünlü müzayede salonu Christie's'in düzenlediği açık artırmada, 2006 Mayıs'ında bir "Hammer" (çekiç) adı verilen bir Stradivarius kemanın 3,54 milyon Amerikan Doları'na satıldığı, bir konserde klasik keman ustası Davit Garrett'in yanlışlıkla kırması üzerine, onarımının bile 100.000 Euro'yu bulduğu bilinmektedir. Stradivarius kemanlar bugün ya özel koleksiyoncuların elinde, bulunmakta, İspanya'daki Royal Palace ve Berlin'deki Musikinstrumentenmuseum müzesinde sergilenmektedir. Kemanların kullanılanları ise, dünyaca ünlü filarmoni ve senfoni orkestraları tarafından çok özel günlerde konserlerde kullanılmaktadır.

Özelliği
Tamamen el yapımı olan Stradivarius kemanı, diğer tüm markalardan ayırdeden özellik Teksas A & M Üniversitesi’nde inceleme konusu olmuş, Antonio Stradivari’nin kemanlarını yaparken kullandığı ağaçtan kemana sürülen verniğe dek herşey uzmanlar tarafından incelenmiştir. Bugün hala bir kemanın Stradivarius olup olmadığının anlaşılması, biyokimyagerler ve konunun ustası kişilerce uzun ve özenli araştırmalar tarafından belirlenebilmektedir. Colorado üniversitesi ve Brigham Young üniversitesi uzmanlarının araştırmasına göre de Stradivari’nin keman yapımında kullandığı verniğin reçine, terebentin yağı ve etil alkolden oluşan özel bir karışım olması ve kimyasal işlemden geçirilen akağaç ve ağacın geliştirilmesinde boraks kullandığı sonucuna varılmıştır. 19. yüzyılda aynı adı taşıyan binlerce keman üretildiği için, her müzik aleti Stradivari anlamına gelmez: 1957 yılından sonra bu markayı kullananlar, enstrümanlara "Kopyasıdır" etiketini yerleştirmeye zorunlu kılındılar.

saygılarımla
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
verdiğiniz bilgiler için teşekkürler saz gurubu kardeşim sağolasın
 
gerçekten bütün söylediklerinize harfiyen katılıyorum ellerinize sağlık
 
güzel bir paylaşım çok tşk.ediyoruz
 
Merhabalar. Öncelikle paylaşım için teşekkürler. Bu tür konuları hep paylaşmalıyız ki bugüne kadar yaplan hatalar ortaya çıksın. Yalnız tarihten bahsederken kişilerin anılarından çok kanıt sayılabilecek belgeleri gözönüne almalıyız. Çünkü düşünün,"Köy enstitüleri bazı yabancı ülkeler tarafından örnek alınmıştır ve bugün bir çoğumuz onların devamı halinde Türkiye'nin daha başka bir konumda olacağını düşündüğümüz halde, ozamanlar oraların özellikle kominist yuvası olduğunu öne sürerek kapatılması için elbirliğiyle çalışmış bir gurup vardı.
Ben Köy enstitüleriyle ilgili bayağı bir araştırma yapmış, belgesel izlemiş biriyim. Tabi daha bilmediğimiz nice şeyler var ama özellikle bir bölüm çok dikkatimi çeken bir kaç konu var:
1: İnönü gibi biri Bağlamanın ne olduğunu hiç bilmiyor, hiç hayatında görmemiş ve o yüzden de 'Uzun saplı çirkin enstrümanlar' ı yasaklamış.
2. H. Ali Yücel, sırf İnönü söyledi diye, bağlamayı yasaklayacak bir adam olsaydı, inanın bana o günlere kadar gelemezdi. Bunu söyleyebilmek için H. Ali Yücelin hayatını bilmek gerekir. 'Biliyorsunuz, Can Yücel'in babasıdır ve gerektiğinde İnönüye kafa tutabilmiş birisidir.) Üstelik bu projenin babası Rahmetli Tonguç' tur ve her şeye göğüs germiş bir insandır.
3. Madem bağlama yasaktı, Ruhi Su ne dersleri veriyordu acaba? Keman ya da Piyano mu? Özellikle bir çok enstitüde Ruhi su' nun öğrencileri çalıştırıken videosu bile var.
4. Batı Müziğinin takibedilmesi batı sanatlarının takip edilmesinin bir parçasıdır ve Atatürk'ün bu konuda düşünceleri bilinir. Sanat evrenseldir ve dış dünyaya açılmanın ve ülkeyi tanıtmanın da en iyi yoludur. Ayrıca, batılılara en az sizin kadar biz de bunları rahatlıkla beceririz imajını yaratmanın gayreti vardır. Bu yüzden Batı müziğinin üzerinde çok durulmuştur ve bu yüzden de her tür batı müziği enstrümanı öğretimi yapılmaya çalışılmıştır. Ama bu yapılırken kendi bağlamamızı aşağılayak bir yaklaşım asla bu adamlardan beklenemez. Biliyorsunuz biz de kraldan çok kralcı çok bulunur. Köy enstitülerini yok etmek için öyle büyük planlar uygulanmıştır ki, bu durum da rahatlıkla kullanılmış, özellikle 2. dünya savaşı gölgesinde kalan bir ülkede doğru düzgün takip edilememiş ve bazı öngörüsüz kişilere verilen yetkilerle bazen saçmalık derecesinde abartıya da dönüşmüştür. Bir ara buraya Köy enstitüleri belgeselinin bir bölümünü yüklemem de fayda var sanıyorum. Saygılarımla.
 

Benzer konular

Demonu Paylaş Yine Yarışma Yapalım mı ? Anket

  • Evet

    Oy: 16 69.6%
  • Kararsızım

    Oy: 7 30.4%
  • Hayır

    Oy: 0 0.0%

Delüxe üyelik Yapın sizinde olsun.. (Sunucu Ödemeleri için katkınız olsun)

Son kaynaklar

Geri
Üst