• '' 20 '' Konu Açan yada mesaj yazmış olan Rütbe '' Özel üye '' olucaktır.. Vip üye de 200 konu yada Cevap vermiş olan Rütbe kazanacaktır saygılar

Türk Müziğinde Çok Sesliliğe Geçiş ..!!!

nuans_34

Paylaşımcı Uzman Üye
Vip Üye
5 Yıl ve Daha Eski Üyemiz
Özel Üye
Katılım
21 Ocak 2010
Mesajlar
289
Tepkime puanı
0
Puanları
0
musikiss9.png



Türk Müziğinde Çok Sesliliğe Geçiş -

Türk müziğinde çok sesliliğe geçiş çalışmalarının 19. yy. başlarında rastlandığı söylenebilir. Bu dönem aynı zamanda, Batıyla ilişkilerin yeni bir anlayışla yorumlandığı, Batı uygarlığı içinde de özelliği olan bir dönemdir. İmparatorlukların çöküşü, büyük siyasi dalgalanmalar, gelişmeye başlayan teknoloji Avrupa’da sanat akımları üstünde etkili olmuş, sanatçının bakış açısına önemli değişiklikler getirmiştir. Kuşkusuz Doğudan Batıya geniş bir coğrafyada egemen olan Osmanlı İmparatorluğu, bu değişimden etkilenecektir.

Örneğin, yüzyıllarca önemle üstünde durulan askeri güç, bu dönemde kimlik değiştirmeğe başlamıştır. O Zamana kadar devletin ordusunu oluşturan Yeniçeri Ocağı 1826 yılında II. Mahmut tarafından kapatılınca, kuruma bağlı Mehterhâne’nin etkinlikleri de son bulur.



Kurulan yeni ordu tamamen Batı tarzındadır ve eğitimi için Ordu Müziği üreten yeni bir kuruma ihtiyaç vardır. Muzıkai Hümayun (Saray Bandosu) bu amaçla 1831 yılında kurulmuş, eğitim vermek üzere Avrupa’dan besteciler davet edilmiştir (Ergin, 1939). Bu bağlamda Türk Müzik Tarihi içinde İtalyan Giuseppe Donizetti, Batı kültürünü devlet eliyle İstanbul’a getiren Batılı ilk sanatçı olarak önem kazanır.

Meşrutiyet Dönemini hazırlayan koşullarla birlikte, Batıyla ilişkilerin hızla yakınlaştığı söylenebilir. II. Mahmut’tan sonra tahta çıkan Osmanlı padişahları zamanında da, müzik sanatına ilişkin yenilikler önemsenip desteklenmiştir. Avrupa’dan başka sanatçılar gelmiş, tamamen farklı bir müzik kültürü dönemin bestecileri üstünde etkili olmuştur. Örneğin İtalyan Guatelli ve İspanyol D’Aranda Türk Müziğini inceleme çalışmalarının yanı sıra çok seslendirme çalışmalarıyla da tanınırlar (Üngör, 1966). Yine 1875 yılında Dikran Çuhaciyan’ın ilk Türk Operasını bestelemesi, bu alanda önemli bir çalışmalardır. Franz Lizst ve başka müzik topluluklarının da konserler vermek üzere zaman, zaman saraya kabul edildiği bilinmektedir. Böylece yeni Ordu Müziğinin yanı sıra opera, Orkestra ve tiyatro kültürü dar bir çevreyle sınırlı kalsa bile, İstanbul’da giderek hayata geçer.

II. Meşrutiyet Döneminden ise, özellikle yönetici sınıf çevresinde biçimlenen, geleneksel sanat anlayışı dışında bir eğilimden söz edilebilir. 20. yy. başlarında İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri yönetimde oldukça etkilidir ve Batı yanlısı anlayış devletin her kademesinde egemendir. Eğitim, bu anlayışla ele alınır. Artık okullarda öğrencilere müzik eğitimi verilmektedir. Örneğin Ahmet Adnan Saygun’u yetiştiren İsmail Zühtü Kuşçuoğlu, Cumhuriyet öncesi devlet okulunda çok sesliliği öğreten bir sanatçı olarak dikkat çeker (BÜTMK, Sun, 1980)

1914 yılında uzun sürecek bir dünya savaşının eşiğinde, İstanbul’da sistemli bir müzik eğitimine geçiş için bazı çalışmaların yapıldığı görülür. Bu tarihte Osmanlı Milli Konservatuarı kurulmak üzere Fransa’dan Andre Antoine adlı bir sanatçı çağrılmış, savaşın başlamasıyla girişim tamamlanamamıştır. Yine de bu çalışma bünyesinde Türk müziğinin yanı sıra, Batı Müziği ve tiyatro eğitimi verilmesi planlanan Darülbedayi ve Dârülelhan’ın kuruluşunu hazırlaması bakımından önemlidir. 1918 yılında kurtuluş Savaşı başlamadan hemen önce, Osman zeki Üngör’ün yönettiği Saray Orkestrasının Avrupa Turnesine çıktığı da bilinmektedir.

Bütün bu çalışmalar, Türk Müziğinde çok sesliliğe geçiş sürecini başlatan Cumhuriyet öncesinde yaşanmış uzunca bir deneyimin ürünleridir. Her şeyden önce III. Selim ve II. Mahmut’la başlayan Batılılaşma süreci, müzik sanatının Batı Kültüründen etkilendiği bir değişim sürecidir. Yaklaşık yüz yıllık bu döneme ilişkin en önemli özellik, bu değişim sürecinde devletin üstlendiği belirleyici roldür. Çok seslendirme çalışmaları için Batı armonisinin temel alınması ise, bir başka önemli özellik olarak göze çarpar. Ancak bu konuda yapılan sayısız çalışmadan elimizde bugün başarılı örnekler bulunduğu doğrusu söylenemez. Türk ve Batı Müziği ses Sistemleri arasındaki temel farklılıklar nedeniyle, çalışmalar zaman içinde kalıcı olamamıştır denebilir.

Bir sanat eserinin zaman içinde sürekliliğini koruyarak kalıcı olabilmesi kuşkusuz önemlidir. Sanat esirini üreten sanatçının her türlü ileti ve etkileşime açık olması kadar, özgün olabilmesi de aynı derecede önem taşır. Öte yandan, çok seslilik sistemli bir gelişmedir. Türk ve Batı Müzik kültürleri farklı koşullarda biçimlenmiştir ve her sistem kendi içinde bir gelişme izler. Batı Müziğinde ezgi tonaldir. Sistem kendi içinde uzun bir zamanda değişim geçirerek yapılanmıştır. Türk müziği ise makama dayanır. Her şeyden önce bu iki sistemin ses aralıkları farklıdır. Birinde düzenlenmiş ses aralığı, öbüründe ezgi içinde bile değişebilen ses aralıkları söz konusudur. Türk müziğinin geleneksel ezgisi Batı tarzında çok seslendirilince, yeni bir kimliğe bürünmekle birlikte özgürlüğünü koruyamamıştır. Besteciler özellikle Cumhuriyet Döneminde yeni arayışlara girecek, zaman içinde daha geniş inceleme ve araştırmalar yapılacaktır.


Alıntı....
 

Benzer konular

Demonu Paylaş Yine Yarışma Yapalım mı ? Anket

  • Evet

    Oy: 16 66.7%
  • Kararsızım

    Oy: 7 29.2%
  • Hayır

    Oy: 1 4.2%

Delüxe üyelik Yapın sizinde olsun.. (Sunucu Ödemeleri için katkınız olsun)

Son kaynaklar

İyiki Doğdunuz :)

Geri
Üst