Ruhi
5 Yıl ve Daha Eski Üyemiz
- Katılım
- 21 May 2007
- Mesajlar
- 1
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 65
- Konum
- MANAVGAT
- Enst.
- YAMAHA OR700 TR V2 - YAMAHA DSR 200
Alıntıdır...
Fazıl Say'ın babaannesi Nüshet hanım Vefa Lisesinde 11. sınıfta benim psikoloji hocam olmuş idi; öğretmenler gününde kendisini rahmetle anıyorum.
Sizlere arşivinizde saklayacağınızı umduğum, 3 yaşamın romanımsı gerçek yaşam hikâyelerini yolluyorum... yıllarca ders kitabını okuttuğum bir öğretmenin yeni öğrendiğim hayatını sizlerle paylaşmak istedim...
Piyanoda Fazıl Say'ı, Bilkent Senfoni Orkestrası ile, yeni bestesi "İstanbul Senfonisi"nin Ankara'daki ilk seslendirilişinde dinledim. Hemen önümüzde Ahmet Say oturuyordu. Fazıl'ı dinlerken gözüm ondaydı. Eser bittiğinde herkes ayakta alkışlarken o sessizce oturdu.
Neler hissettiğini, bir onu yakından tanıyanlar bilebilirdi; belki bir de benim gibi yeni çıkardığı hatıralarını okuyanlar...
("Ağaçlar Çiçekteydi", Evrensel, Şubat 2011)
* * *
"Fazıl", meğer Fazıl Say'ın dedesinin adıymış. Matematikçi Fazıl Bey ile felsefe öğretmeni Nüzhet Hanım, 1930/1940'ların çoğu aydın ailesi gibi, daha Ahmet doğmadan eve bir Alman piyanosu almışlar.
Ahmet Say, savaş yıllarında Yahudi bir "matmazel"den piyano dersleri alarak büyümüş. Annesi, ilerde ünlü bir piyanist olacağını düşlüyormuş.
Babası ise "İki bilinmeyenli denklem çözemeyen, Thomas Moore'dan, Voltaire'den habersiz bir çocuk piyanist olamaz" diyormuş.
Ahmet, ilkokulu bitirince konservatuara girmiş.
İşte o yıllarda, 3 yaşındaki kardeşi Mehmet, onulmaz bir hastalığa yakalanmış.. Çok sevdiği kardeşinin, gözünün önünde eriyişini görmesin diye Ahmet, İzmir'e, teyzesine gönderilmiş. Konservatuvar eğitimi kesilmiş tabii... Hasta kardeşi için zihninden besteler yapmış. Bir gün annesi gelmiş İzmir'e... "Memo"nun öldüğünü öğrenmiş.
Hayatı boyunca hiç ağlamadığı kadar ağlamış Ahmet... Eve döndüğünde donup kalmış: Memo'ya İsviçre'den ilaç getirtebilmek için eşyaların hemen hepsi satılmış. Tabii piyano da...
Fazıl Say, oğlunun burukluğunu görünce "Sana yeni bir piyano alabiliriz" demiş.
Gırtlağına kadar borca batmış babasının bu tesellisi karşısında sadece susmuş Ahmet Say...
Birkaç yıl sonra da evlat acısına dayanamayan babası Fazıl Say'ı kaybetmiş.
* * *
Ahmet Say, müzik eğitimcisi ve müzik yazarı. Çeşitli ödüller kazanan beş edebiyat eserinin ve konservatuarlar ile üniversitelerin müzik bölümlerinde temel eser olarak okutulan müzik kitaplarının yazarı. Say Yayınları'nın sahibi. Ünlü Türk piyanisti ve bestecisi Fazıl Say'ın babası.
1935 yılında İstanbul'da, Kadıköy'de doğdu. Matematik öğretmeni Fazıl Say ile felsefe öğretmeni Nüzhet Say'ın oğludur. Küçük yaşta piyano eğitimine başladı. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi. 1946'da İstanbul Belediye Konservatuarı'na girdi. 1950'de konservatuarı terk etti. 1954 yılında basın-yayın eğitimi almak için Almanya'ya gidip 6 yıl orada yaşadı. Yurda döndüğünde Bingöl'de 3 yıl öğretmen, halk eğitimcisi ve folklorcu olarak çalıştı. Bu dönemde türkü, ağıt ve masallar derledi, halk dansları toplulukları kurdu ve çocuk toplulukları yetiştirdi. Bingöl Hikayeleri adlı eseri bu dönemin ürünüdür.
1964'te Ankara'ya yerleşti. 1967'de Türk Solu adlı derginin yazı işleri müdürlüğüne getirildi. 12 Mart darbesi döneminde 17 ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra Kocakurt romanını yazdı (1976).
Ve yeni perde:
20 yıl sonra bir oğul gelmiş Say'ların evine...
Dedesinin adını vermişler ona...
Babası siyasi görüşlerinden dolayı o hapishaneden bu hapishaneye savrulup dururken bir gün evde küçük Fazıl'ın elindeki ilkel plastik düdükle "Daha dün annemizin"i çaldığını fark etmişler. Düdük kendiliğinden çalıyor sanmışlar başta... Çünkü Fazıl henüz 2 yaşındaymış.
Tekrar tekrar çaldırmışlar; inanılır gibi değil ama daha çişini tutamayan çocuk, melodiyi ezberden çalabiliyormuş.
Fazıl'ı önce Opera Orkestrası'ndan Ali Kemal Kaya'ya, sonra da ünlü piyanist Mithat Fenmen'e emanet etmiş. Fenmen, "Hadi bugün sokakta duyduklarını piyano ile anlat bakalım" demiş; notalarla anlatmış Fazıl...
Yetenekli çocukların en çok muhtaç olduğu, ama en zor bulduğu şeye kavuşmuş:
Onu yüreklendiren bir hocaya...
Anlayışlı bir babaya...
Veee evde güzel bir piyanoya...
Büyük Fazıl Say'ın oğlu için satmak zorunda kaldığı piyanoyu, küçük Fazıl Say'a babası almış.
Yarım kalan bir düş, torunda tamamlanmış.
* * *
Fazıl sahnede İstanbul sokaklarında duyduğu sesleri piyanoyla anlatırken ben Ahmet Say'ı süzüyordum.
Kendi hayatından eksilenleri biriktirip oğluna sunmuştu. Sadece iyi piyano çalan bir çocuk değil, Thomas Moore'dan, Voltaire'den haberdar bir aydın yetiştirmişti.
Belki kardeşi Memo'yu ve onun için yaptığı besteyi düşünüyordu; belki bir gün Fazıl'ın onu da çalacağını umuyordu.
Ve... Piyano, dinleyicilere fark ettirmeden, 3 kuşaklık bir acının ve zaferin hikâyesini çalıyordu.
Fazıl Say'ın babaannesi Nüshet hanım Vefa Lisesinde 11. sınıfta benim psikoloji hocam olmuş idi; öğretmenler gününde kendisini rahmetle anıyorum.
Sizlere arşivinizde saklayacağınızı umduğum, 3 yaşamın romanımsı gerçek yaşam hikâyelerini yolluyorum... yıllarca ders kitabını okuttuğum bir öğretmenin yeni öğrendiğim hayatını sizlerle paylaşmak istedim...
Piyanoda Fazıl Say'ı, Bilkent Senfoni Orkestrası ile, yeni bestesi "İstanbul Senfonisi"nin Ankara'daki ilk seslendirilişinde dinledim. Hemen önümüzde Ahmet Say oturuyordu. Fazıl'ı dinlerken gözüm ondaydı. Eser bittiğinde herkes ayakta alkışlarken o sessizce oturdu.
Neler hissettiğini, bir onu yakından tanıyanlar bilebilirdi; belki bir de benim gibi yeni çıkardığı hatıralarını okuyanlar...
("Ağaçlar Çiçekteydi", Evrensel, Şubat 2011)
* * *
"Fazıl", meğer Fazıl Say'ın dedesinin adıymış. Matematikçi Fazıl Bey ile felsefe öğretmeni Nüzhet Hanım, 1930/1940'ların çoğu aydın ailesi gibi, daha Ahmet doğmadan eve bir Alman piyanosu almışlar.
Ahmet Say, savaş yıllarında Yahudi bir "matmazel"den piyano dersleri alarak büyümüş. Annesi, ilerde ünlü bir piyanist olacağını düşlüyormuş.
Babası ise "İki bilinmeyenli denklem çözemeyen, Thomas Moore'dan, Voltaire'den habersiz bir çocuk piyanist olamaz" diyormuş.
Ahmet, ilkokulu bitirince konservatuara girmiş.
İşte o yıllarda, 3 yaşındaki kardeşi Mehmet, onulmaz bir hastalığa yakalanmış.. Çok sevdiği kardeşinin, gözünün önünde eriyişini görmesin diye Ahmet, İzmir'e, teyzesine gönderilmiş. Konservatuvar eğitimi kesilmiş tabii... Hasta kardeşi için zihninden besteler yapmış. Bir gün annesi gelmiş İzmir'e... "Memo"nun öldüğünü öğrenmiş.
Hayatı boyunca hiç ağlamadığı kadar ağlamış Ahmet... Eve döndüğünde donup kalmış: Memo'ya İsviçre'den ilaç getirtebilmek için eşyaların hemen hepsi satılmış. Tabii piyano da...
Fazıl Say, oğlunun burukluğunu görünce "Sana yeni bir piyano alabiliriz" demiş.
Gırtlağına kadar borca batmış babasının bu tesellisi karşısında sadece susmuş Ahmet Say...
Birkaç yıl sonra da evlat acısına dayanamayan babası Fazıl Say'ı kaybetmiş.
* * *
Ahmet Say, müzik eğitimcisi ve müzik yazarı. Çeşitli ödüller kazanan beş edebiyat eserinin ve konservatuarlar ile üniversitelerin müzik bölümlerinde temel eser olarak okutulan müzik kitaplarının yazarı. Say Yayınları'nın sahibi. Ünlü Türk piyanisti ve bestecisi Fazıl Say'ın babası.
1935 yılında İstanbul'da, Kadıköy'de doğdu. Matematik öğretmeni Fazıl Say ile felsefe öğretmeni Nüzhet Say'ın oğludur. Küçük yaşta piyano eğitimine başladı. İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdi. 1946'da İstanbul Belediye Konservatuarı'na girdi. 1950'de konservatuarı terk etti. 1954 yılında basın-yayın eğitimi almak için Almanya'ya gidip 6 yıl orada yaşadı. Yurda döndüğünde Bingöl'de 3 yıl öğretmen, halk eğitimcisi ve folklorcu olarak çalıştı. Bu dönemde türkü, ağıt ve masallar derledi, halk dansları toplulukları kurdu ve çocuk toplulukları yetiştirdi. Bingöl Hikayeleri adlı eseri bu dönemin ürünüdür.
1964'te Ankara'ya yerleşti. 1967'de Türk Solu adlı derginin yazı işleri müdürlüğüne getirildi. 12 Mart darbesi döneminde 17 ay hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra Kocakurt romanını yazdı (1976).
Ve yeni perde:
20 yıl sonra bir oğul gelmiş Say'ların evine...
Dedesinin adını vermişler ona...
Babası siyasi görüşlerinden dolayı o hapishaneden bu hapishaneye savrulup dururken bir gün evde küçük Fazıl'ın elindeki ilkel plastik düdükle "Daha dün annemizin"i çaldığını fark etmişler. Düdük kendiliğinden çalıyor sanmışlar başta... Çünkü Fazıl henüz 2 yaşındaymış.
Tekrar tekrar çaldırmışlar; inanılır gibi değil ama daha çişini tutamayan çocuk, melodiyi ezberden çalabiliyormuş.
Fazıl'ı önce Opera Orkestrası'ndan Ali Kemal Kaya'ya, sonra da ünlü piyanist Mithat Fenmen'e emanet etmiş. Fenmen, "Hadi bugün sokakta duyduklarını piyano ile anlat bakalım" demiş; notalarla anlatmış Fazıl...
Yetenekli çocukların en çok muhtaç olduğu, ama en zor bulduğu şeye kavuşmuş:
Onu yüreklendiren bir hocaya...
Anlayışlı bir babaya...
Veee evde güzel bir piyanoya...
Büyük Fazıl Say'ın oğlu için satmak zorunda kaldığı piyanoyu, küçük Fazıl Say'a babası almış.
Yarım kalan bir düş, torunda tamamlanmış.
* * *
Fazıl sahnede İstanbul sokaklarında duyduğu sesleri piyanoyla anlatırken ben Ahmet Say'ı süzüyordum.
Kendi hayatından eksilenleri biriktirip oğluna sunmuştu. Sadece iyi piyano çalan bir çocuk değil, Thomas Moore'dan, Voltaire'den haberdar bir aydın yetiştirmişti.
Belki kardeşi Memo'yu ve onun için yaptığı besteyi düşünüyordu; belki bir gün Fazıl'ın onu da çalacağını umuyordu.
Ve... Piyano, dinleyicilere fark ettirmeden, 3 kuşaklık bir acının ve zaferin hikâyesini çalıyordu.